"Yaşam her ne kadar anlamsız ve boş, her ne kadar ölü görünsede, inançlı olan, enerjisi olan ve sıcaklığı olan adam adım atar ve bir şeyler yapar."
Eskilere dair içimde kaldığını hissettiğim her şey yapmadıklarımdan ibaret. Sevemediklerim, söyleyemediklerim, çalamadıklarım, okuyamadıklarım, gidemediklerim, dokunamadıklarım, tadamadıklarım ve hissedemediklerimden oluşan bir pişmanlıklar ordusu. İçimde uygun adımlarla ilerliyor. İnsan kendi şeytanlarıyla savaşırken bu orduya daha da yenilerini katmamaya özen gösteriyor. Kafamdaki kendimi devireceksem ve kendim olduğumu hissettiğim o Sefa pezevengine dönüşeceksem önce bu orduyu durdurmalı ve güçlenmesine engel olmalıyım.
Son zamanlarda söylemekten ne denli sıkıldığımı ve artık kendimi hayalini kurduklarımı yapmakla tatmin edebileceğimi anladım. Eskiden olsa bunu yapardım. Bir süre kaybolsam da artık bunu yapmaya devam edeceğim. Buna biraz da olsa ölümün ne kadar gerçek ve kıçımızın dibinde durduğunu anlamak sebep oldu. Chuck Palahniuk, Dövüş Kulübü'nde şöyle yazıyordu; "Bu senin hayatın ve anbean sona eriyor."
Bunları düşünürken yanlış bir yolda ilerlemediğimi biliyorum. Birçok üstadın aynı yoldan geçtiğini biliyorum. Örneğin 150 yıl kadar önce Vincent Van Gogh da aynı şeyleri araştırmış ve kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplarda (Ever Yours: The Essential Letters) konuşmak ve yapmak arasındaki farkı, bir de hayattaki amacını nasıl bulduğunu anlatmıştı.
Seneler önce bugün, 02 Kasım 1884, kardeşi Theo'ya gönderdiği mektupta şunları yazdı;
Eğer bir adam başarmak istiyorsa, arasıra yanlış bir şey yapmaktan, hataya düşmekten korkmamalı. Çoğu insan iyi olabilmenin, zarar vermemek anlamına geldiğini sanır. Ancak bu bir yalandır. Bu herkesi durağanlığa ve aleladeliğe iter. Sana alık alık, aptal aptal bakan boş bir tuval gördüğünde, onun tam üzerine bir şeyler yapıştırmalısın.
Ressama boş boş bakan ve "sen birşey beceremezsin" diyen beyaz tuvalin ne kadar felç edici olduğunu bilemezsin. Beyaz tuvlin aptal bir bakışı vardır ve bu bakış bazı ressamların aptallaşmasına yol açar, onları adeta büyüler.
Birçok ressam bu boş beyaz tuvalden korkar. Ancak boş tuval de gerçek tutkuya sahip, cesaret edebilen ve bir defa da olsa "sen birşey beceremezsin" büyüsünü bozmuş olan ressamdan korkar.
Hayatın kendisinin de boş, anlamsız, iç karartıcı ve cesaret kırıcı bir tarafı vardır. Hiçlikle boyanmış bir taraftır. Adeta boş bir tuvale benzer.
Yaşam her ne kadar anlamsız ve boş, her ne kadar ölü görünsede, inançlı olan, enerjisi olan ve sıcaklığı olan adam hayatın bu üçkağıdına kulak asmaz. Adım atar ve bir şeyler yapar. Yaptığı işe tutunur. Kısacı yıkar geçer, çiğner.
Öğrendiklerimden en önemlilerinden birini şöyle özetleyebilirim;
Kimesnin aklına gelmeyen fikirler sizin aklınıza gelebilir. Kimsenin çalmaya cesaret edemediği melodiler dudaklarınızdan dökülebilir. Yazılmamış olanı yazmaya yeltenebilirsiniz. Daha önce eşi benzeri yapılamış filmler sizin beyninizi kurcalıyordur. Ve gayet rahat oturup bunlara hayat vermek için biranlık bir gazla elinize aldığınız kağıt kalemle başlayabilirsiniz. Başlamak her zaman en kolayıdır. Cesaret isteyense başladığın işi bitirebilmekte. Yoksa hiç başlama, daha iyi.


