Zora gelmeyi kimse sevmez, hele boyumuzu aşıyorsa bazı şeyler. O yüzden kendi sınırlarımızı biliriz, ya da bildiğimizi sanırız. Neler başarıp neler başaramayacağımız bellidir ya da öyle sanırız. Hele çevremizdekiler bizleri bizden daha iyi tanıdıklarını sanırlar. Bizim sınırlarımızı onlar çizerler. Neyi becerip neyi beceremeyeceğimize onlar karar verirler. Büyük bir küstahlıkla onlara göre “senin için en iyisi” olan şeyleri yapmaya zorlarlar seni.
Zora gelmeyi kimse sevmez. Glen Hansard’ın bir şarkısında* dediği gibi “Boka batmaya başladığında, tek yapmak istediğin kaçmak. (When the shit falls down, all you want to do is run away)”. Belki de bu en iyisidir, belki de bu bir seçimdir. Savaşmamayı, uzaklara gitmeyi ve zorlukları olduğu gibi kabul etmek ve orayı terk etmek. Seni kaçmakla suçlayacaklardır elbet, ama savaşmamayı seçmek kaybetmek demek değildir. Hele uğruna savaşacağın bir şey yoksa ortada, tek yapmak istediğin kaçmak. Yani boka batmaya başlamışsın çoktan! (:
Into The Wild filminin başında Lord Byron’a ait bir söz var; “Severim sevmesine insanı, ama daha çok severim doğayı ( I love not man the less, but the Nature more)”. Milyonlarca insanın hayalini kurduğu ve kurmaya devam edeceği gerçek bir öykü var filimde. İki yıl boyunca yürüyerek dağ tepe dolaşıyor, telefon yok, havuz yok, evcil hayvan yok, sigara yok.. Nihai özgürlük.. Uçlarda yaşayan biri, yolları yurt bellemiş.. Güzellik aşığı bir seyyah.. Doğaya kaçıp insanları kendi kavgalarıyla bırakmak, ve kaybetmeden savaşı, toplumu terk etmek.. Artık toplum onu zehirleyemeyecek, o kaçıyor.. ve vahşi doğada kaybolmak için tek başına yürüyor.. Alexander Süperberduş..
Bize aşılanan her şeyi yapmamız bekleniyor. Çevremizdeki her şey bizi şekillendirmeye çalışıyor. Hepimizin bir bedeli var. Giydiğimiz kazak kadar, sürdüğümüz araba kadar, evlendiğimiz kadının güzelliği ve yaşadığımız evin büyüklüğü kadar saygı görüyoruz. Liseyi bitirmeniz, yetmiyor insanlara.. Üniversite bitirmek de bir bok yapmıyor sizi.. Yüksek lisansınızı nerde yaptığınıza göre adam yerine konuyorsunuz.. Pakete göre değer biçiyorlar artık.. Kutunun içi önemli değil.. Sahip olduklarımızın markası kalitemiz olmuş durumda.. Biz de sahip olduklarımızın orospusuyuz sadece..
Söylenenin aksine bir şeylerin değeri onları kaybedince anlaşılmıyor. Kaybettiğimiz değerlerimizin yokluğunun farkında bile değiliz artık. Hasta bir toplum.. Ölüyoruz yavaş yavaş.. Farkında değiliz..
Yatağınız cebiniz kadar dolu, iş hayatında dayılarınızın sayısı kadar adamsınız, girdiğiniz pahalı mekanlar kadar arkadaşlarınız var, piç bir erkekseniz seviliyorsunuz..vs vs vs..
Ve boka batmaya başladık.. Bense kaçmak istiyorum artık.. Yaşamak istiyorum.. Bazı şeyleri geride bırakmak ve insanları kendi bencil hayatlarına terk etmek..
“Aşktan, paradan, inançtan, ünden, adaletten öte gerçeği ver bana..” – Thoreau
Yolum açık olsun.. (:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder