4 yıl boyunca üniversite okuduğum şehri terk etmek çok zor olmuştu. Ama uzun zaman sonra o şehre geri dönmek daha da bir zor oldu. Her bir köşede ayrı bir anı bekliyormuş beni, uzun zamandır halini hatırını sormadığım anılar. Sabaha kadar içtikten sonra Alsancak’tan Konak’a kadar Baykan’ı taşımam, Okula tam olarak 80 adım olan eski evimiz, Denizi yurda bıraktığım köşe, Fikri’ye bisiklete binmeyi öğrettiğimiz sokak –ki hala tam olarak öğretemedik-, Onur ile ilk tanıştığımız rock bar -evet pek sağlıklı görünmüyor ama ev arkadaşım ile rock barda kafa sallarken tanıştım-, Ertan bizim okulu kazandığında iskelenin orada oturup saatlerce muhabbet edişimiz, Sezen’in bıkmadan usanamadan sabahları beni derse geç kalmayayım diye uyandırması, Kübra ile Bahane’de oturup tavla oynayışımız, 515, Ali’nin kavga ettiği kasaplar sokağı, Esrarengiz bir şekilde duvarında Gizem’'in resmi olan anaokulu, bizim çocuklarla hep beraber denize işediğimiz körfez, opus aksamı, 8 numaralı otobüs, beni dört yıl boyunca evlat edinen Asan’s Malikanesi.. Bunlar gibi bir çoğu beni bekliyorlarmış İzmirde.. Bir şehri nasıl terk ederseniz, geri döndüğünüzde o şekilde bulmayı umuyorsunuz.. Ama pek de öyle bulamıyorsunuz aslında.. Yine de aklınızda hep bıraktığınız gibi kalıyor, bıraktığınız insanlarla, bıraktığınız hayallerle.. Aylar önce beni arayıp “Şu an burada olmadığın için benim kadar acı çekmiyorsun, bense her gün seninle geçtiğimiz yollardan geçmek zorundayım” diyen eski kız arkadaşımın ne kadar haklı olduğunu anladım.. Onun aylar önce savaştığı anılarla ben daha yeni yüzleşiyordum.. Ve her gün köşe basından karşıma o çıkıverecekmiş gibi dolaştım durdum 4 gün boyunca sokaklarda.. Hafıza çok garip bir şey, her zaman elimizde olmuyor neyi hatırlayıp neyi hatırlamak istemediğimiz, keşke “Sil Baştan” filmindeki kadar kolay olsa unutmak.. birileri gelip alıverse istemediğimiz anıları.. ama sadece zamandan medet ummak ile yetinmeliyiz.. Bir şehri nasıl terk ederseniz, geri döndüğünüzde o şekilde bulmayı umuyorsunuz.. Ama pek de öyle bulamıyorsunuz aslında.. yine de aklınızda hep bıraktığınız gibi kalıyor, bıraktığınız insanlarla, bıraktığınız hayallerle..
10 Aralık 2010 Cuma
Geride Kalanlar
20 Temmuz 2010 Salı
Facebook Profilinize Kim Bakmış?
İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte çevremizdekilerle iletişimi bu yolla kurar olduk. Bu güzel bir şey tabi ki. Uzakları yakın ediyor. Özlediğimiz, sevdiğimiz insanlara ulaşmak artık daha kolay. Ama bu durum bazı yönleriyle insanları paranoyak ve takıntılı bireylere dönüştürmek üzere. Nasıl mı ?
Facebook üzerinden bir sürü uygulama daveti geliyor; “ Profilinize kimler bakmış?”, “Ne zaman bakmışlar?”, “Ne kadar süre bakmışlar?”, “Bakmışlar da iyi halt mi etmişler?” Tabi millet olarak pek meraklıyız ya böyle şeylere, bizler de hemen atlıyoruz sazan gibi. “Acaba hoşlandığım kız baktı mi? Yeni eklediğim fotoğrafları gördü mu? Oraya kocaman İlişkisi var yazdım, eski sevgilim bunu görüp benden ayrıldığına bin pişman oldu mu?” bir de olayın bakılmama yönü var. “Niye bakmadı? Nasıl baktırabilirim? Gibilerinden… (:
Messenger’da da durum farklı değil pek. “ Abi bi program buldum seni kimler engellemiş anında görüyorsun, ayrıca msn’e kimler çevrimdışı giriyor şak diye gösteriyor şerefsizim.” Güzel. Bu programı kurana sabah akşam dua etmeliyiz. Bizi nasıl rahatlattı. Artık gönül rahatlığıyla uyuyabiliriz geceleri.
Şu cümleleri hepimiz duymuşuzdur; “Abi msn’i kapalı gözüküyor ama facebook’u açık. Kesin beni engelledi msn’de” ya kardeşim bırak ne yaparsa yapsın, belki seninle konuşmak istemiyor. Belki başka biriyle konuşmak istemiyor o yüzden çevrimdışı. Hazırız hemen senaryo yazmaya. “ Abi titretiyorum titretiyorum cevap vermiyor.” Vermek zorunda değil zaten. Meşguldür. Baksa şeylerle uğraşıyordur. Artık tüm sorunlarımızı hallettik, başka işimiz gücümüz yok bununla uğraşıyoruz.
Biraz rahatlamalı karşımızdakileri de rahat bırakmalıyız. Saçma sapan şeylerle kimsenin başını şişirmeye, kimseyi üzmeye hakkımız yok. Bu tur paranoyalarla uğraşıp kendi kendimizi kemire kemire tüketmeye de hiç lüzum yok.
Not: Duyduk duymadık demeyin. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde piramidin ikinci basamağına yeni bir uygulama gelmiş; “ Facebook’taki gizli hayranınız kim, sizi kaç kere dikizlemiş?” merak ediyorsanız bir tık ötenizde…
Facebook üzerinden bir sürü uygulama daveti geliyor; “ Profilinize kimler bakmış?”, “Ne zaman bakmışlar?”, “Ne kadar süre bakmışlar?”, “Bakmışlar da iyi halt mi etmişler?” Tabi millet olarak pek meraklıyız ya böyle şeylere, bizler de hemen atlıyoruz sazan gibi. “Acaba hoşlandığım kız baktı mi? Yeni eklediğim fotoğrafları gördü mu? Oraya kocaman İlişkisi var yazdım, eski sevgilim bunu görüp benden ayrıldığına bin pişman oldu mu?” bir de olayın bakılmama yönü var. “Niye bakmadı? Nasıl baktırabilirim? Gibilerinden… (:
Messenger’da da durum farklı değil pek. “ Abi bi program buldum seni kimler engellemiş anında görüyorsun, ayrıca msn’e kimler çevrimdışı giriyor şak diye gösteriyor şerefsizim.” Güzel. Bu programı kurana sabah akşam dua etmeliyiz. Bizi nasıl rahatlattı. Artık gönül rahatlığıyla uyuyabiliriz geceleri.
Şu cümleleri hepimiz duymuşuzdur; “Abi msn’i kapalı gözüküyor ama facebook’u açık. Kesin beni engelledi msn’de” ya kardeşim bırak ne yaparsa yapsın, belki seninle konuşmak istemiyor. Belki başka biriyle konuşmak istemiyor o yüzden çevrimdışı. Hazırız hemen senaryo yazmaya. “ Abi titretiyorum titretiyorum cevap vermiyor.” Vermek zorunda değil zaten. Meşguldür. Baksa şeylerle uğraşıyordur. Artık tüm sorunlarımızı hallettik, başka işimiz gücümüz yok bununla uğraşıyoruz.
Biraz rahatlamalı karşımızdakileri de rahat bırakmalıyız. Saçma sapan şeylerle kimsenin başını şişirmeye, kimseyi üzmeye hakkımız yok. Bu tur paranoyalarla uğraşıp kendi kendimizi kemire kemire tüketmeye de hiç lüzum yok.
Not: Duyduk duymadık demeyin. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde piramidin ikinci basamağına yeni bir uygulama gelmiş; “ Facebook’taki gizli hayranınız kim, sizi kaç kere dikizlemiş?” merak ediyorsanız bir tık ötenizde…
6 Mart 2010 Cumartesi
3 Doğru 1 Yanlış
Ben daha ilkokula giderken, öğretmenlerim bizi kümelere ayırırlardı; çalışkanlar, ortalar ve tembeller diye. Sonra bizimle birlikte büyüdü o kümeler de, sınıflara okullara dönüştüler, ayrıldık. Galiba ileride yine yeni yeni sınıflara ayrılacağız hepimiz. Bilemiyorum daha ne kadar sürecek bu.
Hayatlarımız elemekle, elenmekle ve seçimlerle geçip gidiyor sanki. İyi olana odaklanmışız ve o küme için çabalarımız. Birileri bizleri seçiyor ve biz de seçildiğimiz için mutlu oluyoruz adeta. Bu seçimlerde, kaybettiklerimizi ölçmeksizin kazanacağımızı umduklarımızın hesabını yapıp duruyoruz. Sınıflara ayrıldığımız bir hayata dönüşüyor döndükçe dünya sarhoş olurcasına. Üç yanlış bir doğruyu götürüyor ne yazık ki.
Sınavları bir kenara bırakalım hayatlarımız bu düzen üzerine kuruluyor. Her zaman yanlışlarımız doğrularımızı götürüyor. Doğruların takdir edileceği yerde yapılan yanlışlar bir tokat gibi yüzümüze vurulmasından ibaret herşey en az sınavlarımız kadar.
“Oyunu kurallarına göre oynamalı”, “hayatın kendisi bir sınav” gibi aptallıklara kanacak kişiler değiliz birçoğumuz. Belki bir testin sonucu 3 yanlış 1 doğruyu götürür mantığı ile hesaplanabilir ancak bunu hayatlarımıza uyguladıkça sadece sahip olduklarımızı eleme çabasına düşüyoruz ve geriye kalan tek şey en çok neti yapan oluyor, en çok istediğimiz, sevdiğimiz değil. Hayat bu şekilde işlemiyor maalesef. Hepimiz biliyoruz ki, bazen bir doğru bile tüm yanlışları götürmeye yetiyor. Yeter ki o doğruyu görmeyi bilelim, o doğruya tutunalım. Unutmamak lazım ki, öyle kolay bulunmuyor doğrular, yanlışlar ise yeterince basit.
Hayatlarımız elemekle, elenmekle ve seçimlerle geçip gidiyor sanki. İyi olana odaklanmışız ve o küme için çabalarımız. Birileri bizleri seçiyor ve biz de seçildiğimiz için mutlu oluyoruz adeta. Bu seçimlerde, kaybettiklerimizi ölçmeksizin kazanacağımızı umduklarımızın hesabını yapıp duruyoruz. Sınıflara ayrıldığımız bir hayata dönüşüyor döndükçe dünya sarhoş olurcasına. Üç yanlış bir doğruyu götürüyor ne yazık ki.
Sınavları bir kenara bırakalım hayatlarımız bu düzen üzerine kuruluyor. Her zaman yanlışlarımız doğrularımızı götürüyor. Doğruların takdir edileceği yerde yapılan yanlışlar bir tokat gibi yüzümüze vurulmasından ibaret herşey en az sınavlarımız kadar.
“Oyunu kurallarına göre oynamalı”, “hayatın kendisi bir sınav” gibi aptallıklara kanacak kişiler değiliz birçoğumuz. Belki bir testin sonucu 3 yanlış 1 doğruyu götürür mantığı ile hesaplanabilir ancak bunu hayatlarımıza uyguladıkça sadece sahip olduklarımızı eleme çabasına düşüyoruz ve geriye kalan tek şey en çok neti yapan oluyor, en çok istediğimiz, sevdiğimiz değil. Hayat bu şekilde işlemiyor maalesef. Hepimiz biliyoruz ki, bazen bir doğru bile tüm yanlışları götürmeye yetiyor. Yeter ki o doğruyu görmeyi bilelim, o doğruya tutunalım. Unutmamak lazım ki, öyle kolay bulunmuyor doğrular, yanlışlar ise yeterince basit.
A photo posted by Kaitlin (@they_call_it_death) on
17 Şubat 2010 Çarşamba
Bugün
Dün gitti, yarın daha gelmedi; o zaman bugünü yaşa, anı yaşa veya carpediem temalı bir yazı olmayacak bu. Baştan söylemek lazım. Bugüne biraz daha gerçekçi bakmalıyız. Çünkü çoğumuzun bugünü ‘anı yaşa’ temasından çok çok uzaktadır. Belki nedenlerimiz var ama..
Dün, bugün ve yarın üçlemesi arasında beklide en garip/gariban olanıdır bugün. Çünkü diğer ikisi arasına sıkışıp kalmış, kaçacak yeri ve zamanı yoktur. Ne onlarla ne de onlarsız var olmayı başarabilmiştir. Ve hayatımızın geri kalanının ilk günüdür tabi ki.
Dün, lisede dinlediğimiz eski şarkılarla, anılarla, bir köşede unutulmuş fotoğraflarla doludur. Kimi güzel kimi çirkin birçok anıyı barındırır istesek de istemesek de… Ve bu yüzden bazen tek yaptığı bugüne işkence etmekten ibarettir. Ödememiz gereken her bedel dünden mirastır bizlere. Bir yük gibi onu bugüne taşır dururuz, her gün yeniden başlarız bugüne ve yeniden taşırız dünden kalanları. Bizi bugüne getirenin dün olduğu bir gerçek, ama bizi bugünden alıkoyanda dündür her zaman.
Yarın, henüz gelmemiş olan. Umutla bakarız çoğu zaman. İster istemez bağlanırız ona. Anlamlar ve fallar yükleriz. Bilinmeyenin cazibesidir belki kapıldığımız. Yinede en zor anlarımızda ‘yarın yeni bir gün’ diyerek avuturuz kendimizi. Yarın da bugüne işkence eder. Bazılarımız o kadar çok kaptırırız ki kendimizi ona, dünümüz bugünümüz sadece yarın olur. Yarın içindir her şey. En güzel günlerimiz yarın daha iyi bir okula gitmek için harcanır, en güzel okul yıllarımız yarın daha iyi bir meslek sahibi olmak için feda edilir. Ve bir başladı mı bu maraton yarının bize vaat ettiklerinin ardı arkası kesilmez. Bugün harcandıkça yarın kazanılır. Ama kaçırılan ufak nokta hayatın bugün ile bitecek olması, sonunda bir yarın olmaması.
Dün ve yarından ibaret değildir bugünün kahrı. Bizler fazla hafife alırız bugünü çoğu zaman. Düşündüm buldum sandığım yüzyıllık gerçekler işte; büyüklerimiz demiş bugünün işini yarına bırakmayın diye. Kaçırdığımız her şey yarına bıraktıklarımız, ertelediklerimiz. Hayal ettiklerimiz hep yarına terk edilir. Bugün çok erken gelir başlamak için, ama yarında çok geçtir, farkında değiliz! Birbirini kovalayan dünler bugünler ve eskiyen yarınlardan sonra bir de bakarız ki koca bir ömür gelip geçmiş. Elimizde kalan hayallerimizin listesinin başlığını karalar ve üzerine keşke yazmak düşer bizlere.*
Bugün, today, heute, aujourd'hui..vs ne derseniz deyin sadece zamanın bir parçası, gelip geçen akışkan bir şeydir. Bugün, yarın dün olacak bir mahkumdur. Bugün diğer ikisi içinde en çok sarılmamız gerekendir. Çünkü her gün yeni bir bugüne uyanırız, tabi eğer uyandığımızı fark edebilirsek. ‘Anı yaşa’ temalı bir yazı değil bu, ama siz anı yaşayın. Bugün dünden kalan hayallerimizi gerçekleştirmenin vakti, yarın peşinden koşacağımız hayallerimiz de hep bugünün eseri. Keşkeler ile umutları dengede tutmak için bir şans, uyanmayı bilirseniz! Yoksa sizler de bugün kadar dünün ve yarının arasında sıkışır kalırsınız.
* Bir liste hazırlayın kendinize, ertelediğiniz her şeyi oraya yazın. Zamanla ne kadar çok şeyi yarına bırakıp unuttuğumuzu göreceksiniz. Pardon unutmuyoruz, kaçırıyoruz zamanı!
Dün, bugün ve yarın üçlemesi arasında beklide en garip/gariban olanıdır bugün. Çünkü diğer ikisi arasına sıkışıp kalmış, kaçacak yeri ve zamanı yoktur. Ne onlarla ne de onlarsız var olmayı başarabilmiştir. Ve hayatımızın geri kalanının ilk günüdür tabi ki.
Dün, lisede dinlediğimiz eski şarkılarla, anılarla, bir köşede unutulmuş fotoğraflarla doludur. Kimi güzel kimi çirkin birçok anıyı barındırır istesek de istemesek de… Ve bu yüzden bazen tek yaptığı bugüne işkence etmekten ibarettir. Ödememiz gereken her bedel dünden mirastır bizlere. Bir yük gibi onu bugüne taşır dururuz, her gün yeniden başlarız bugüne ve yeniden taşırız dünden kalanları. Bizi bugüne getirenin dün olduğu bir gerçek, ama bizi bugünden alıkoyanda dündür her zaman.
Yarın, henüz gelmemiş olan. Umutla bakarız çoğu zaman. İster istemez bağlanırız ona. Anlamlar ve fallar yükleriz. Bilinmeyenin cazibesidir belki kapıldığımız. Yinede en zor anlarımızda ‘yarın yeni bir gün’ diyerek avuturuz kendimizi. Yarın da bugüne işkence eder. Bazılarımız o kadar çok kaptırırız ki kendimizi ona, dünümüz bugünümüz sadece yarın olur. Yarın içindir her şey. En güzel günlerimiz yarın daha iyi bir okula gitmek için harcanır, en güzel okul yıllarımız yarın daha iyi bir meslek sahibi olmak için feda edilir. Ve bir başladı mı bu maraton yarının bize vaat ettiklerinin ardı arkası kesilmez. Bugün harcandıkça yarın kazanılır. Ama kaçırılan ufak nokta hayatın bugün ile bitecek olması, sonunda bir yarın olmaması.
Dün ve yarından ibaret değildir bugünün kahrı. Bizler fazla hafife alırız bugünü çoğu zaman. Düşündüm buldum sandığım yüzyıllık gerçekler işte; büyüklerimiz demiş bugünün işini yarına bırakmayın diye. Kaçırdığımız her şey yarına bıraktıklarımız, ertelediklerimiz. Hayal ettiklerimiz hep yarına terk edilir. Bugün çok erken gelir başlamak için, ama yarında çok geçtir, farkında değiliz! Birbirini kovalayan dünler bugünler ve eskiyen yarınlardan sonra bir de bakarız ki koca bir ömür gelip geçmiş. Elimizde kalan hayallerimizin listesinin başlığını karalar ve üzerine keşke yazmak düşer bizlere.*
Bugün, today, heute, aujourd'hui..vs ne derseniz deyin sadece zamanın bir parçası, gelip geçen akışkan bir şeydir. Bugün, yarın dün olacak bir mahkumdur. Bugün diğer ikisi içinde en çok sarılmamız gerekendir. Çünkü her gün yeni bir bugüne uyanırız, tabi eğer uyandığımızı fark edebilirsek. ‘Anı yaşa’ temalı bir yazı değil bu, ama siz anı yaşayın. Bugün dünden kalan hayallerimizi gerçekleştirmenin vakti, yarın peşinden koşacağımız hayallerimiz de hep bugünün eseri. Keşkeler ile umutları dengede tutmak için bir şans, uyanmayı bilirseniz! Yoksa sizler de bugün kadar dünün ve yarının arasında sıkışır kalırsınız.
* Bir liste hazırlayın kendinize, ertelediğiniz her şeyi oraya yazın. Zamanla ne kadar çok şeyi yarına bırakıp unuttuğumuzu göreceksiniz. Pardon unutmuyoruz, kaçırıyoruz zamanı!
Mixed parts ( pt 1). Print release on Tuesday.
A photo posted by Marcus B. Williams Ⓜ️ (@marcusbwilliams) on
12 Ocak 2010 Salı
Dün
Her zaman olduğu gibi hepimiz farklı açılardan ve acılardan bakarız geçmişimize. Yine de tek ortak noktamız boş boş bakamayız düne, tabi hafızamızı kaybetmediğimiz sürece. Hissederiz bir şeyler arkamıza bakarken. Kimi zaman pişmanlık, kimi zaman mutluluk, kimi zamansa özlem… Bu yönüyle güzel bir şey geçmişe bakmak. Peki ne görürüz orada?
Babamızın ilk bisikletimizi aldığı anı düşündüğümüzde yeniden mutlu oluruz. Yüzümüzde özlem dolu sıcak bir gülüş belirir, ne kadar güzeldi deriz. Elimizi sobada yaktığımız zamanı düşündüğümüzde bir kez daha canımız yanar. Kaldıysa eğer yara izine bakarız, kaşlarımızı çatıp hafifçe dokunuruz kapanmış yaraya. Kaybettiğimiz bir yakınımızsa düne dönüp baktığımızda, onun boşluğuyla dolar içimiz biranda. O boşluğu hissederiz derinden derine.
Peki aynı şey geçerli midir eski sevgili akla geldiğinde? Geçmişteki duygular tekrar hissedilir mi? Elini tuttuğumuzdaki sıcaklık, kokusu veya ses tonu hatırlanır mı yeniden? Özlenir mi ilk bisikletin özlendiği gibi, özlendiği kadar? Alın size çalıştığınız yerden bir soru.
Yıllar sonra elindeki çocuğuyla pazardan eve dönerken eskiden sevdiği adamı gören ve ister istemez içi sızlayan bir kadını ne kadar suçlayabiliriz?
Dünü bugün takip eder, bugünü yarın. Bugün dün olmaya, yarın da bugün olmaya dünden razıdır.
O eskiden sevdiği adamı düşünerek geçiyorsa günleri tabi ki suçlarsınız. Öncelikle kendine eziyet etmiştir. İstemediği bir yarına yaşıyordur. Ailesine karşı, her gün aynı yastığa baş koyduğu adama karşı suçludur. İnsanın içi sızlar ama yine ait olduğu yere sevdiklerine emin adımlarla gidebiliyorsa kızamayız ona. Çünkü düne hakkını vermiş, dünü dünde bırakmayı bilmiştir olması gerektiği gibi. Hepimizin yapması gerektiği gibi. Belki de bu yüzdendir Türkçemizde Perfect Tense’in olmayışı.
Babamızın ilk bisikletimizi aldığı anı düşündüğümüzde yeniden mutlu oluruz. Yüzümüzde özlem dolu sıcak bir gülüş belirir, ne kadar güzeldi deriz. Elimizi sobada yaktığımız zamanı düşündüğümüzde bir kez daha canımız yanar. Kaldıysa eğer yara izine bakarız, kaşlarımızı çatıp hafifçe dokunuruz kapanmış yaraya. Kaybettiğimiz bir yakınımızsa düne dönüp baktığımızda, onun boşluğuyla dolar içimiz biranda. O boşluğu hissederiz derinden derine.
Peki aynı şey geçerli midir eski sevgili akla geldiğinde? Geçmişteki duygular tekrar hissedilir mi? Elini tuttuğumuzdaki sıcaklık, kokusu veya ses tonu hatırlanır mı yeniden? Özlenir mi ilk bisikletin özlendiği gibi, özlendiği kadar? Alın size çalıştığınız yerden bir soru.
Yıllar sonra elindeki çocuğuyla pazardan eve dönerken eskiden sevdiği adamı gören ve ister istemez içi sızlayan bir kadını ne kadar suçlayabiliriz?
Dünü bugün takip eder, bugünü yarın. Bugün dün olmaya, yarın da bugün olmaya dünden razıdır.
O eskiden sevdiği adamı düşünerek geçiyorsa günleri tabi ki suçlarsınız. Öncelikle kendine eziyet etmiştir. İstemediği bir yarına yaşıyordur. Ailesine karşı, her gün aynı yastığa baş koyduğu adama karşı suçludur. İnsanın içi sızlar ama yine ait olduğu yere sevdiklerine emin adımlarla gidebiliyorsa kızamayız ona. Çünkü düne hakkını vermiş, dünü dünde bırakmayı bilmiştir olması gerektiği gibi. Hepimizin yapması gerektiği gibi. Belki de bu yüzdendir Türkçemizde Perfect Tense’in olmayışı.
A photo posted by CrossFit & Fitness 💪 (@gozenpalaz) on
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
