2 Kasım 2015 Pazartesi

Konuşmak vs. Yapmak

"Yaşam her ne kadar anlamsız ve boş, her ne kadar ölü görünsede, inançlı olan, enerjisi olan ve sıcaklığı olan adam adım atar ve bir şeyler yapar."


Eskilere dair içimde kaldığını hissettiğim her şey yapmadıklarımdan ibaret. Sevemediklerim, söyleyemediklerim, çalamadıklarım, okuyamadıklarım, gidemediklerim, dokunamadıklarım, tadamadıklarım ve hissedemediklerimden oluşan bir pişmanlıklar ordusu. İçimde uygun adımlarla ilerliyor. İnsan kendi şeytanlarıyla savaşırken bu orduya daha da yenilerini katmamaya özen gösteriyor. Kafamdaki kendimi devireceksem ve kendim olduğumu hissettiğim o Sefa pezevengine dönüşeceksem önce bu orduyu durdurmalı ve güçlenmesine engel olmalıyım. 

Son zamanlarda söylemekten ne denli sıkıldığımı ve artık kendimi hayalini kurduklarımı yapmakla tatmin edebileceğimi anladım. Eskiden olsa bunu yapardım. Bir süre kaybolsam da artık bunu yapmaya devam edeceğim. Buna biraz da olsa ölümün ne kadar gerçek ve kıçımızın dibinde durduğunu anlamak sebep oldu. Chuck Palahniuk, Dövüş Kulübü'nde şöyle yazıyordu; "Bu senin hayatın ve anbean sona eriyor."

Bunları düşünürken yanlış bir yolda ilerlemediğimi biliyorum. Birçok üstadın aynı yoldan geçtiğini biliyorum. Örneğin 150 yıl kadar önce Vincent Van Gogh da aynı şeyleri araştırmış ve kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplarda (Ever Yours: The Essential Letters) konuşmak ve yapmak arasındaki farkı, bir de hayattaki amacını nasıl bulduğunu anlatmıştı.

‘Self-Portrait with Straw Hat’ by Vincent van Gogh


Seneler önce bugün, 02 Kasım 1884, kardeşi Theo'ya gönderdiği mektupta şunları yazdı; 

Eğer bir adam başarmak istiyorsa, arasıra yanlış bir şey yapmaktan, hataya düşmekten korkmamalı. Çoğu insan iyi olabilmenin, zarar vermemek anlamına geldiğini sanır. Ancak bu bir yalandır. Bu herkesi durağanlığa ve aleladeliğe iter. Sana alık alık, aptal aptal bakan boş bir tuval gördüğünde, onun tam üzerine bir şeyler yapıştırmalısın.

Ressama boş boş bakan ve "sen birşey beceremezsin" diyen beyaz tuvalin ne kadar felç edici olduğunu bilemezsin. Beyaz tuvlin aptal bir bakışı vardır ve bu bakış bazı ressamların aptallaşmasına yol açar, onları adeta büyüler.
Birçok ressam bu boş beyaz tuvalden korkar. Ancak boş tuval de gerçek tutkuya sahip, cesaret edebilen ve bir defa da olsa "sen birşey beceremezsin" büyüsünü bozmuş olan ressamdan korkar. 
Hayatın kendisinin de boş, anlamsız, iç karartıcı ve cesaret kırıcı bir tarafı vardır. Hiçlikle boyanmış bir taraftır. Adeta boş bir tuvale benzer. 
Yaşam her ne kadar anlamsız ve boş, her ne kadar ölü görünsede, inançlı olan, enerjisi olan ve sıcaklığı olan adam hayatın bu üçkağıdına kulak asmaz. Adım atar ve bir şeyler yapar. Yaptığı işe tutunur. Kısacı yıkar geçer, çiğner.



Sanırım Bukowski dedemin de söylediği gibi;


Sanırım zamanla öğreniyorum ustaların söylediklerini. 

Öğrendiklerimden en önemlilerinden birini şöyle özetleyebilirim;
Kimesnin aklına gelmeyen fikirler sizin aklınıza gelebilir. Kimsenin çalmaya cesaret edemediği melodiler dudaklarınızdan dökülebilir. Yazılmamış olanı yazmaya yeltenebilirsiniz. Daha önce eşi benzeri yapılamış filmler sizin beyninizi kurcalıyordur. Ve gayet rahat oturup bunlara hayat vermek için biranlık bir gazla elinize aldığınız kağıt kalemle başlayabilirsiniz. Başlamak her zaman en kolayıdır. Cesaret isteyense başladığın işi bitirebilmekte. Yoksa hiç başlama, daha iyi.



14 Ekim 2015 Çarşamba

Kaan Tangöze - Gölge Etme


Günümüzün aşıkları derim ben onlara, ya da çağımızın ozanları. Magazin flaşlarından uzak kalıp, sahne ışıklarında iş yapanlardan. Sabahlara kadar daktilo sesiyle kulaklarını dövüp, mürekkep denen zehri damardan alanlardan. Parmakları nasır tutmuş insanlardan. Birkaç gün uzak kalsa perdelere, nasırları sökülenlerden. Kılıçları kınnda değil de savaş alanında paslananlardan. Hayatları işle güçle değil de, sanatla tüketenlerden. 

Son zamanlarda sıkça soruyorum kendime, biz ne için yaşıyoruz diye. Cevapları da canımı sıktığı için sizinle paylaşmayacağım. Gerek yok sizin canınızı da sıkmaya. Bukowski dedemin demiş olduğu gibi, sevdiğin şeyi bul ve seni öldürmesine izin ver. Hayat ölümcül bir hastalık, hepimize bulaşmış durumda ve hepimizi öldürüyor nasılsa. Ölümlerin en güzeli ise sevdiğin tarafından öldürülmek olsa gerek. Hani o eski filmlerde sevdiğinin kollarında son nefesini veren aşıklar gibi. Daha yüce bir ölüm olamaz herhalde.



Kaan Tangöze bir albüm yapmış, bir dinleyin bence.



13 Ekim 2015 Salı

Neden, Bukowski?

94 yılında öldüğünde senin adını bile duymamıştım doğrusu. Kim olduğunu bile bilmiyordum. O sene bir de Kurt Cobain diye birisi ölmüş, senden 27 gün sonra, 27 yaşında. Onun da kim olduğunu bilmiyordum. Sonralardan öğrendim. 94 senesinden tek hatırladığım kardeşimin dünya'ya gelmesiydi. Benim için en büyük olay buydu. 6 yaşında bir çocuğun senin ölümüne üzülmesini beklememelisin Henry. Seni tanımamamın dışında, o yaşlarda senin yaptığın her şey bana "Öğghk, kaka" diye öğretilmişti; içmek, kadınlar, at yarışı vs. Sanırım o günden bu güne çok yol katettim. Neden, Mr. Chinaski? Neden geldim bu yolları, eğer burada kapana sıkışacaksam?

Bir seneyi çöpe attım farkında olmadan, bilgisayarın geri dönüşüm kutusuna koyup yanlışlıkla silmiş gibiyim. Çok önemli bir dosyayı "Shift+Del" tuşlarıyla yok etmiş durumdayum. Geriye nasıl alınacağını bilmiyorum. Bizim Rıza bilgisayarlardan anlıyor ama söylemez o puşt şimdi. İşi gücü vardır. Hem tanrı değil ya bu adam benim içine ettiğim bir seneyi geriye alsın.

Çok kayıbım Henry, senin kadar yaşayacağımı bilsem bu kadar acele etmezdim. 73 senede 1 nedir ki? 27'de 1 farkediyor oysa. 27 demişken, insanlarım Nirvana'ya ulaşıp buradan göçtüğü yaşlar bunlar. Benimse tek ulaştığım nokta yetersiz bakiyelerden ibaret. Şimdi sen olsan ve bana "Demek yazar olmak istiyorsun?" diye sorsan. Şiiri bilen bilir. O şiiri ne çok sevdiğimi de bilen bilir. Nirvana'ya ulaşamayacağım, bu gece olmaz. Başım ağrıyor. Yolun tümünü gidemeyeceğim, sanırım yola çıkmam lazım önce. Evimin girişinde kendimi tüfekle vurmuş olarak da bulunmayacağım. Bizim burada itler dolu. Çalarlar tüfeği, üzerimdeki kıyafeti. Manşetlere çıplak düşmek istemem. Bu dünya'daki son görüntümün kıçımdaki kıllar olmasını istemem.

Ne yapayım dersin Mr. Chinaski?
Neden, Bukowski? Neden?

Günün birinde görüşmek üzere, ama şimdilik burada kalıp yazdıklarımı bitirmem lazım.


6 Ekim 2015 Salı

If I Go I'm Goin'


A photo posted by S. F. Kırlı (@sfkirli) on

3 Ekim 2015 Cumartesi

Roll the dice




Sanırım nerde hata yaptığımı biliyorum. Başladığım işi bitirmemem benim canımı sıkan. Defteri kapatmamam. Sayfayı çevirmemem. Yolun sonuna kadar gitmemem. Şu tıkanıklığı açacak bir tesisatçı bulmam lazım. Kabız olmuş yaratıcılığımı açmam lazım. Yarı yolda tıkanan şeylere bitirmem lazım. Yapmam gerekenler bundan ibaret. Çözümün böylesine basit oluşunu görüp hala harekete geçmiyorsam da mallık bende demektir, suçu kimseye atamam. Buna dünya da dahil.

A photo posted by S. F. Kırlı (@sfkirli) on

29 Eylül 2015 Salı

Bak Kim Gelmiş!

Sanırım her şeye yeniden başlamam gerek.
Sil baştan değil ama. Silmeye gerek duymuyorum ama her şeye yeniden başlamalıyım.
Yoksa kayboluyorum.
Yoksa boğuluyorum.

Üretmeden geçmiyor hayat. Üretmek fıtratımızda var. (Buraya bir gülücük ekle Sefa.)

Bazı şeylerden kopalı 10 sene oldu. Bazılarına 1 senedir elimi sürmüyorum. Bazıları gibi oluyorum.
(Buraya Nilüfer + Malt Bazı Bazı şarkısını ekle Sefa.)

Bu ayın 27'sinde öykü yarışmasından cevap gelecek. O öykü yeniden şimşekler çakmasına yardımcı olmuştu. Belki de cevap sadece başlamamda. Bakalım artık. Neyse bir çay koyayım bari.

İzmir'de havalar soğumaya başladı ama güneş de açıyor. Hala havana, suyuna ve kızına güvenmiyorum İzmir!

Kalbim Ege'de kalmış olmalı ki bir sene önce geri döndüm bu şehre. Sil baştan değil ama yeniden başladım İzmir'e dair her şeye. Bilenler bilir, az içmedik çimlerinde. Bir keresinde dışarı çıktığım kızın biriyle o çimlerin yanından yürürken kız şöyle küçümser bakmıştı; "Köpekler işiyor buraya insanlar da oturuyor! ıghhgh" demişti. Sonra işim var deyip ayrıldım yanından. Çimlerde oturmanın zevkini bilmeyen bir kızla neyin zevkini sürebilirsiniz ki? Yarın bir gün "Sen işiyorsun bununla" derdi ve küçümserdi adamı. Neyse şu hayırlı Salı akşamı ağzımı bozmayacağım.

Bazıları var ya işte bazıları. Onların çimenleri daha yeşil değil, ne yazık ki çimenleri bile yok. İşte babannemi tanısaydım "Şükretmek lazım" derdi bana böyle bir Salı akşamı ve beraber iç geçirirdik. Ama tanımadım. Babam bile zar zor tanımış annesini, ufak yaşta çimler hakkında büyük düşüncelere giremeden göçmüş gitmiş kadıncağız.

Göçüp gidenler, özlediğim insanlar çok hayatımızda (eklere dikkat burada) son zamanlarda. En nefret ettiğimse insanların teselli ediş şekilleri. Etme kardeşim. Etmek zorunda değilsin. Çimlerde oturmak zorunda değil kimse. Sen kedi videosu izlemeye ve paylaşmaya devam et. (Buraya bir kedi videosu ekle Sefa. İnadına ekle hem de.) Günün birinde gideceğimizi daha iyi anladım son günlerde ama insanlara anlatamadığım şeyse şu: bugünü güzel geçirelim be kardeşim!

Akşam akşam şikayet ve atarlanmalarımla sizleri sıkıntılı dünyama (D büyük yazılır dünyaya önem vermediğini bu kadar belli etme emmioğlu.) davet etmeyeceğim. Güzel şeylerden bahsetmek gerekirse, ateşte beraber kavruldukça, kor ateşte dövüldükçe birbirine kenetleniyor insan. (Mesaj vermesen olmaz zaten.)

Dinlemenizi istediğim bir şarkı var; yine en sevdiğim dostumdan duyduğum aldığım şeylerden biri.
(Diğer biri için Kavanoz yazısını okumanız yeterli)

Yeniden hoşbulduk.
Evet, burada yazmaya geri döndüm.
Evet kitap bitti ama basmadı piçler.
Evet editten sonra yeniden göndereceğim.
Evet artık utanıp sıkılmıyorum bunu söylerken.